6.10.19

KARADENİZLİYİM BEN.BENİ, BİZİ İYİ TANI GARDAŞ.




Karadenizliyim!
Lazca konuşma merakım hiç olmadı.
Ana dilde lazca isteğim olmadığı gibi.
Karadeniz diye adlandırılan topraklarda hep gurbeti yaşadım.
Bazen inşaatçı oldum, bazen hamal.
Bazen yurt dışına göç eden emekçi.
Bazen milletvekili, bazen mühendis.
Patika yollarla doludur yaşadığım yer. Keçi yolu diye tabir edilen
yolları hiç keleş ile dolaşmadım.
Pusu atmadım askere, polise.
Senin gibi açlığı iyi bilirim. Beraber yüklendik ülkenin en ağır yükünü.
Emekçileri oynadık nesiller boyu.
Sen susuzluktan yakınırken ben sellerin sürüklediği molozlar arasında kaybettiklerimin cesetlerini aradım.
Senin adın sınır kaçakçılığıyla anılırken, ben yasa dışı silah
kaçakçısı olarak tanındım.
Silah ürettim evimin ahırında, namlu taktım oyuncak silahlara.
Sen Irak, Suriye topraklarında gezinirken ben de Gürcistan
topraklarına uzanmışım ara sıra.
Bazıları bizi çok özdeş kabul eder.
Lazlar Kürt’ün deniz görmüşüdür der bilirsin.
Benziyor muyuz gerçekten?
Hem de çok, hem de hiç!
Benziyoruz; sen karnı burnunda anne adaylarını kızak ile hastanelere
taşırken ben sırtımda taşıyorum.
Benzemez miyiz?
Ülkenin en ağır işlerini beraber sırtlandık.
Sen beton dökerken ben duvarcılık yapıyordum. Sen duvar örerken ben demir döşüyordum.
Sen park simsarlığı yaparken ben gazinoları haraca bağlıyordum.
Benzemez miyiz?
Senin çocukların ile benim çocuklarımın kaderi de aynı, aynı
hastalıklardan kırılırlar, aynı hastalıklardan sakat kalırlar, aynı
eğitimsizlikten mağdur olurlar.
Benzemez miyiz hiç?
Sana ulaşma konusunda devletin nasıl geç kaldığını iddia ediyorsan
benim de farkım yok bilesin.
Devleti hep jandarma diye bilir yörem insanı.
Sizdeki gibi.
Benzemez miyiz?
Aynı gelenek yüzünden silahına sarılıp binleri öldürdük namus anlayışı gereği.
Silaha merakımız, silahı yaşamın parçası görme anlayışımız hep aynı.
Benzemez miyiz?
Çok benziyoruz çok.
Kürtler, Lazların deniz görmemişidir!
Ne kadar doğru değil mi?
HİÇ BENZEMİYORUZ ASLINDA HEM DE HİÇ!
Ana dil hiç sorun olmadı benim için, bahane de olmadı.
Kültürel haklar gerekçesi ile hiç cana kıymadım ben.
Hiç pusu atıp mayın döşemedim körpe delikanlılara, yiğitlere. vatan
için görev yapanlara.
Hiç işyeri yakmadım.
Hiç kepenk kapatmadım insanların yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği, canileri savunmadım.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir tutmadım, yakıştıramadım vicdanıma.
Hiç benzemiyoruz hiç!
Çanakkale’de ben de öldüm.
Yetmedi Pontus çeteleri ile mücadelede öldüm.
Ruslara karşı öldüm.
Yetmedi Kore’de öldüm, Kıbrıs’ta öldüm.
Bunu iğrenç ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için malzeme konusu yapmadım.
Nereden bilebilirim ki Çanakkale’de ölen atalarımın şimdilerde yapmaya çalışacağım ayrılıkçılığa anlayış gösterebileceklerini ki!
Zafere ulaşmak için her yol mübah demedim, diyemedim.
Çocuklarımı sokaklarda taş atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadım.
Bayrakları çiğnesinler, Milli Marşı söylemesinler diye öğütlemedim.
Hiç bir zaman Lazlığımı Türklüğümün önünde görmedim.
Ben dağa çıkmadım.
Ülke ülke dolaşıp vahvahlarımı anlatmadım.
Bir oğlumu dağa bir oğlumu üniversiteye birini askere yollamadım.
Devlete vergiden kaçıp eşkiyaya haraç vermedim. Ekmeğine yağ sürmedim.
Gece dağda gündüz kurumda olmadım. Hastaneleri basmadım, okulları yakmadım, şantiyeleri havaya uçurmadım..
Çünkü ben yediğim ekmeğe ihanet etmedim..Bizim için tek bayrak, tek dil, tek vatan..

1.10.19

GİDENLERİN ARDINDAN

GİDENLERİN ARDINDAN


      Ne giden anlar kalanın halini, ne de kalan gidenin neden gittiğini… Bütün açıklamalar anlamsız kalır o noktada. Geride kalan sadece duygularını hissediyor, açıklamaları duyamıyordur acısından; gidense sadece onu rahatlatmak veya belki de kendinden nefret ettirmek için söylüyordur sözlerini. Sonuçta tamamı boşa sarfedilmişlerdir o sözlerin. Ne söyleyen inanır o sözlere, ne de dinleyen… Eğer biri inanmıyorsa kalmanın bir işe yaramayacağına, gitmek elzem olmuş demektir. Ve eğer gitmek elzem ise, yaşananların bir anlamı kalmamıştır. Herkesin öğrenmesi gereken bir şeyler vardır. Belki bir şeylerin karşılığıdır yaşananlar veya inanmanın cezası… Sonuçta giden de kalan da acı çeker. Herkes kendine kızar farklı sebeplerden de olsa. Gerçekliğinden şüphe etmek anlamsızdır. Yaşanmıştır, hissedilmiştir tüm duygular… Hayatın en tatlı halidir hissedilen. Kışın ortasında güneş doğmuş ve yürekleri sıcacık yapmıştır kar tanelerine inat. İçini titretmiştir bir minik söz… zihnini meşgul eden bütün dert tasa anlamsızlaşmıştır. Bütün planların alt üst olmuş, hepsi baştan düzenlenmiştir. Hayatın anlamı değişmiş, belki de daha umutlu görünmüştür gelecek.Ama o bütün bunları sanki hiç hissetmemiş gibi gitmiştir. Anlamanın imkânı yoktur. Yalan mıdır tüm yaşananlar? Kandırılmışlık duygusundan kurtulamazsın. Tek başına mı yaşanmıştı? Geçen günler rüya mıydı? Kendinden şüphe edersin… Gerçek hiç de öyle değildir hâlbuki. Giden gitmeden önce, kalan geride kalmadan önce, paylaşılmıştır hepsi. Hissedilenler yalan değildir, rüya değildir yaşananlar… Mutluluk paylaşılmış, hayaller beraber kurulmuştur. Dünyanın toz bulutuyla kaplanmasından önce güneş ısıtmıştır içlerini.Gidenin ayakları yere basmaya başlarken, kalan hala uçmaktadır, sarhoş… Güneşin kış ortasında gönderdiği ışığıdır tek yalancı olan… İkisine de sadece hayallerini yansıtmıştır diğerinin suretinde. Gerçeği ilk fark eden giden olmuştur. Kalanın gözlerinde gördüğünün kendisi olmadığını fark ettiğinde ilk kez canı çok yanmıştır. Biraz geri çekilip gördüğüyle kendisini karşılaştırmış ve aynı hatayı kendisinin de yaptığını fark etmiştir. Bunu anlatmayı denemiş ancak, kalan, hala güneş gözlerini kamaştırmış bir şekilde dolaşmakta olmuğu için başaramamıştır.Bunun üzerine yapılacak pek de bir şey kalmaz. Kalmak, kandırmakla aynı anlama gelir. Dünyaya daha gerçekçi bakmak gerekir. Ne kendini ne de başkasını kandırmaya gerek yoktur. Onun için artık gitmek elzem olmuştur. O andan itibaren “giden” ve “kalan” sıfatları takılır isimlerinin önüne. Kimine göre giden zalimdir, kalan zavallı; kimine göreyse giden erdemli, kalan efendi…Giden, kalanı üzmekten çok rahatsız olur ancak yapacak bir şey yoktur. Dedim ya onu kandırmak istemez. Nasıl bir anda girdiyse hayatına, o şekilde de çıkar gider. Bir mektup yazar sadece… Kendince, kalanı tatmin edecek açıklamalar yapar ama kalanın tek hissettiği acısıdır ve kelimeler bir anlam ifade etmez.Yani ne giden anlar kalanın halini, ne de kalan gidenin neden gittiğini… Bütün açıklamalar anlamsız kalır o noktada. Geride kalan sadece duygularını hissediyor, açıklamaları duyamıyordur acısından; gidense sadece onu rahatlatmak veya belki de kendinden nefret ettirmek için söylüyordur sözlerini. Sonuçta tamamı boşa sarf edilmişlerdir o sözlerin. Ne söyleyen inanır o sözlere, ne de dinleyen… Alıntı